3 Nisan 2010 Cumartesi

Yazarlar Takımı’na Giriş Hikayem - Doğu Yücel (Sağbek)



Bunu daha önce hiç anlatmadım, yani Yazarlar Takımı’na giriş hikayemi. Bir tek annem biliyor, bir de ben. Ne kadar ilginç bir deneyim olabilir ki bu? Ama öyleydi, ilginç olduğu kadar da tuhaftı.

2009 yazı. Yıllık iznimin bir kısmını Çeşme’de kullanıyorum. Amacım yıllardır bitiremediğim ikinci romanımı bitirmek. Romanın adı “Varolmayan”. Hikayesi kabaca yazdığımız şeylerin bazen gerçekleşiyor oluşunun ardındaki gizemden yola çıkıyor. Genç bir iş adamı var. Bir gün, merhum babasından kalan antik bir kalemle bir hikaye yazıyor ve ertesi gün gazeteyi açtığında yazdığı hikayeyle birebir örtüşen bir haber okuyor. Daha sonra yazdığı diğer hikayeler de gerçekleşiyor!

Çıkış noktam buydu. Baya da ilerlemiştim. Sıra gelmişti, o ilk hikayenin ne olacağına. Birkaç suç hikayesi aklıma gelmişti ama sonra vazgeçtim, daha çocuksu, naif ve “hayalperest” bir hikaye olmalıydı bu diye düşündüm. Mevzunun şiddeti daha sonraki hikayelerde sertleşebilirdi.
Bunun üzerine “Varol’un Eldivenleri” isimli bir hikaye yazdım.

Kısaca anlatmaya çalışayım: Hikayede bir çocuk var, adı Varol. Tam bir futbol hastası. 4-5 yaşlarında mahalle maçlarında abileriyle top oynuyor, fakat sağ ayak lifi kopuyor ve hastanedeki doktor çocuğun liflerinin zayıf olduğunu söylüyor. Çocuk pes etmiyor, sahalara dönüyor, bu defa sol ayak tarak kemiği kırılıyor, doktor diyor ki; “bu çocuğun kemikleri zayıf, futbol kesinlikle yasak”.

Çocuk yıkılıyor.

Hüzünlü gözlerle arkadaşlarını saha kenarından izlemeye başlıyor. Birkaç ay sonra bir maçta bir takımın kalecisi sakatlanıyor. Çocuk “Futbol yasak ama ya kalecilik” diyerek doktorunun koyduğu kanunda bir açık bulmuşçasına sevinerek kaleye geçiyor. Öyle bir şevkle oynuyor ki o gün, uçuyor, atlıyor, en zor topları çıkartıyor ve daha ilk maçta kaleciliğini ispatlıyor.

Bu sırada annesi çok evhamlı, oğlunun kaleci olmasına kızıyor. Babası ise hafif gurur duyuyor. Babasının boyu çok uzun, 1.90, arkadaşları ona Sırık Nemci diyor. Annesinin boyu ise 1.77. Belli ki çocuk da uzun olacak. Kaleciliği iyi yaparsa 1.ligde bile oynar diye hayal kuruyor babası. Annesi buna rağmen istemiyor.

Varol’un maç yapmadığı halı saha, otopark, yol, kaldırım kalmıyor, zamanla da şöhreti çevre mahallere yayılıyor. Önce çıplak elle, sonra annesinin eski bulaşık eldiveniyle sonra da harçlığını biriktirerek aldığı Reusch marka eldivenle çeşitli takımların kalelerini koruyor. O eldiveni hiç çıkarmıyor Varol, eldivenin orasında burasında oluşan deliklerin ve bozuklukların hep bir anısı olduğunu biliyor. “Bu Birol’un şutunda oldu”, “Şu delik final maçının son dakikalarında karambolde olmuştu”, “Bu Yakup’un penaltısında oldu” diye sayıyor, bir savaş gazisinin yaralarını sayması gibi.

Varol’un babası gururlu. Oğlu çok yetenekli bir kaleci. Boyu uzayınca milli kaleci bile olabilir. O yüzden Varol’un babası her gün oğlunun ne kadar uzadığını görmek için kafasına cetvel dayayıp duvardaki çizginin yükselişine bakıyor.

Annesi ise hala evhamlı. Onların şevkini kıracak şeyler söyleyip duruyor. Bu futbol sevdasından vazgeçmelerini istiyor.

Derken Varol tuttuğu takım Galatasaray’ın genç takımına da girmeyi başarıyor. Orada da başarılı oluyor. Genç takımın antremanlarından sonra Varol tesislerde kalıp asıl takımın antremanlarını izliyor. Bir gün onlarla oynayacak olmanın hayallerini kuruyor.

Derken Varol 16 yaşındayken bir şey oluyor. Ya da aslında hiçbir şey olmuyor. Şöyle ki; Varol uzamıyor!

Babası her gün kafasına cetveli dayıyor ve her gün aynı çizgiyi “bold” hale getirmekten başka bir işe yaramıyor bu ritüel. Balık yağları, sütler, zıplama egzersizleri… Hiçbiri işe yaramıyor. Varol 1.66 boyunda sabitleniyor.

Varol’un boyu uzamayınca büyük kalede de sıçıyor haliyle! Genç takımdaki yeri de sarsılıyor çünkü yaşıtları her gün uzarken o olduğu gibi kalıyor. Varol önce yedek kaleci oluyor kulüpte, sonra da üçüncü kaleci. Sonra da başını eğip ayrılıyor kulüpten. Bir süre sonra mahalle maçlarına bile almıyorlar Varol’u, daha uzun çocuklara bırakıyor kaleyi Varol.

Bu babası için büyük hayalkırıklığı tabii. Koskoca sırık Necmi’nin oğlu nasıl 1.66’da sabitlenebilir? Sonradan ortaya çıkıyor; Varol’un babası o değilmiş. Meğer Varol’un annesi vakti zamanında “minyon erkekle birlikte olma fantezi”sini hayata geçirmiş ve Varol’un asıl babası cücelikle minyonluk arasındaki o adammış. Gerçek ortaya çıkınca baba yıkılıyor, Varol da yıkılıyor, e tabii o küçük aileleri de.

Varol’un kalecilik hayalleri bir aile dramıyla yerle bir oluyor.

Yıllar geçiyor. Varol memur. 41 yaşında. Evlenmiş, bir de çocuğu var. Gençliğindeki o travma hala sırtında, ezik, kambur bir adam olmuş. Karısıyla da, çocuğuyla da arası iyi değil. Her gün işe gidip eve gelmekten başka işe yaramayan bir adam çocuğunun rol modeli ve kahramanı olamıyor haliyle.

Mali durumları da kötü. Bir gün ailecek kirası daha ucuz bir yere taşınıyorlar. Florya’nın sırtındaki varoşlara. Evi yerleştirirken Varol’un oğlu kolilerden birinde Varol’un eldivenlerini buluyor; Reusch marka o eldivenler. Köşesinde keçeli kalemle Varol yazılmış.

Oğlu “Bunlar ne” diye soruyor. Varol “Bunlar benim kaleci eldivenlerim” diyor, sonra “eldivenlerimdi” diyerek düzeltiyor. Oğlu “Ne işe yarıyor?” diye soruyor. Varol geçiştiriyor bu soruyu ama sonra oğlunun gözlerinde daha önce görmediği bir şey görüyor; bir pırıltı, bir hayranlık ifadesi. İlk defa oğlunun gözüne bir kahraman gibi aksediyor…

Bunun üzerine “Gel göstereyim ne işe yaradıklarını” diyor. Bir top alıp dışarı çıkıyorlar. Galatasaray Florya tesisleri yakında, orada yan sahalardan birinde Varol oğluna eskiden bildiği numaraları gösteriyor. Plonjon yapıyor, degaj kullanıyor, zıplıyor ediyor… Oğlu çok mutlu, kendisi de.

Tesadüf bu ya, o esnada Florya’da veteran futbolcuların maçı var. Eski ünlü futbolcular medyaya açık bir maç yapıyorlar. Tesadüf bu ya, kaleci sakatlanıyor. Yerine kaleci arıyorlar, kimse yok. Kaptan Cüneyt “Kaleye geçecek yok mu” diye soruyor. Varol’un oğlu “Var” diye bağırıyor.

Varol şaşkın şaşkın kaleye geçiyor. Eski kahramanlarıyla aynı sahada. Tıpkı 15 yaşındayken hayal ettiği gibi…

Oğlunun da gazıyla hayatının maçını çıkartıyor. Varol kısa boylu, üstelik yaşlı ama o maçta hiç gol yemiyor. Ondan sonra oynadığı maçların birçoğunda da yemediği gibi”

İşte böyle bir hikayeydi yazdığım. (Orijinal hali bunun 4 misli, kısalttım şimdi kabaca) Bu hikayeyi yazdıktan sonra anneme okuttum. Annem beğendi. Eski ünlü kaleci Varol’u hatırlattı bana. Kaleciyi isimlendirirken o Varol’u unutmuştum, tamamen varoluşçu kaygılarımla Varol adını takmıştım. Bu tesadüfe şaşırırken daha manyak bir şey oldu…

Bağış aradı! Çok net hatırlıyorum, saçma bi şekilde Radikal’in Spor sayfasını okuyordum. Mevzudan bahsetti, takımda kimler olduğundan, bana Orkun Uçar üzerinden ulaştığını, St.Pauli’nin stadında maçlar yapacağımızdan, hatta arada bir Rıdvan’larla da maç yapabileceğimizi söyledi. Şoke olmuştum.

Futbol sevdalısı ama fiziksel engellerden dolayı futbolcu olamamış birinin, eninde sonunda hayallerine kavuştuğu bir hikaye yazmıştım. Bu bir anlamda sadece benim değil, hepimizin hikayesiydi. Derken bu hayalin bizim için de gerçek olabileceğini duymuştum. Delirdim sevinçten:)

31 yaşına kadar kalecilik yapmış, sonra elimi ciddi anlamda kırıp, ameliyat olduktan sonra defansa geçmiş bir kazmaydım ama bu takıma girmek için elimden gelenin fazlasını yapmalıydım. İznimi erken kesip antremanlara katıldım. İlk maçta kötüydüm, ikinci maçta Bağış ile Metin hocanın kendi arasında “Doğu girer mi girmez mi” tarzından bir diyaloguna kulak misafiri oldum ve o gün hayatımın maçını çıkararak takıma girdim:)

Rıdvan, Oğuz, Fatih Terim, Nurettin, Metin Tekin gibi ustalarla oynamamız da çok acayipti. Tıpkı “Varol’un Eldivenleri” hikayesinde olduğu gibi.

Ama bence en acayibi kalecimiz Ender Özkahraman’ın tıpkı Varol gibi olmasıydı. Korkusuzluğuyla, gözüpekliğiyle, hatta fiziğiyle! Bir gün maça oğlunu getirmişti… Resmen karşımda duruyordu Varol.

Kesin olan bir şey vardı: Bu birliktelikte paranormal ve gerçeküstü bir durum vardı. Bu bir işaretti. Futbol aşkımız nihayet karşılıksız olmaktan çıkmış, bize göz kırpmaya başlamıştı.

Arkamızdaki o beyaz direkten yapılma kaleyi Varol’la birlikte korumak futbol aşkımıza borcumuzdur. Bu Fulya’daki kale olmuş, Maslak’taki kale olmuş, St.Pauli’deki veya Unna’daki kale olmuş fark etmez. O kaleyi ne pahasına olursa koruyacağız. Forza yazarlar takımı! Forza!

1 yorum:

  1. Hikayeyi detaylı olarak okuyabileceğimiz bir yer var mı? Kitap olarak basıldı mı Doğu? Süper yazmışsın, eline sağlık...

    YanıtlaSil