4 Mayıs 2010 Salı

Hakan Yel yazdı...

Ofsayt bilmem, Can bilirim. "Abi, çıkıyoruz!" der çıkarız, "Abi, yaklaş!"
der yaklaşırız.

Markaj bilmem, Can bilirim. "Abi, bu adamı kitliyoruz!" diye işaret eder, o
adamın kocası olurum, bensiz kaleye çarşıya göndermem.

Futbol bilmem, Can bilirim. "Abi, bu kanadı kullanmasınlar!" der, ben de o
kanada tabelamı asarım "İnşaat alanı! Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür
dileriz."

Ama işimi iyi yapıp yapmadığımı ne hoca, ne kaptan ne de Can belirler maçta.
Ben sonucu anlamak için bir tek Ender'e bakarım.

Ender derse "Hakan, çok iyiydin!" o zaman rahat giderim soyunma odasına.
Ender enteresan, kibar adam...

İşimi yapmadıysam bana bişey söylemeden gider soyunma odasına. O zaman ben
anlarım; futbol oynamamışım.

Netice itibariyle final maçına çıkmadan yarım saat önce kulak misafiri
oldum; Taç atılırken 3 metre kuralı varmış :) Ben futbolu herhalde Bağış'ın
milyonda biri kadar biliyorum.
Adres sorar gibi libero kim, santrafor kim sorarım sahada. Çift vuruşla
serbest vuruş arasındaki farkı da bilmem.

Bildiğim tek şey, oyundaysam; benim taraftan Ender'e kimsenin gitmemesi
gerektiği.

Futbol güzel oyun.

Birçok şeyden anlamam, düz adamım. Hele müzikten hiç anlamam.

Yazarken, o da tanıştığımızdan beri Harun'u, Hayko'yu dinliyordum. Sanki
birader söylüyor ben yazıyorum durumu oluyordu. Dün gece çalışırken ilk kez
Badem dinledim. Mustafa Kemal gözümün önünden gitmedi. "Gittikçe kalabalık
bir aile oluyoruz" diye düşündüm. Bugün de Gökhan'ın koluna gireceğim
çalışırken.

Cansel'i odama verdiğini duyunca mızmızlandım Bağış'a her zamanki gibi.
"Egosu tavan yapmış birini" çekemem bu saatten sonra diye. Hayko'ya, Cansel
ismini her duyduğumda saydırdım. Nitekim bu önyargıyla hırpaladım adamı ilk
geceden. Fakat haksızlık etmişim. Dün gözlerim aradı Jansetimi odada :)

6-7 hafta bırak oynamayı, koşmadım bile. Onun üstüne kaptan yol verince maça
çıktım. İlk maçta bileğimin şişini gördünüz. Beni motive eden yabancılara
karşı oynamak değildi. Sadece takımın bir parçası olarak herkes kendini
yırtarken geri kalmak istemedim. Bacağı sahada bıraksam da benim kanattan
gol olmayacak diye düşündüm. Şükür olmadı.

Giderken çoooook nazlandım, istemedim. Fakat iyi ki ısrar etmişsiniz.
Hayatımdaki ikinci güzel seyahatti. Herkese gönülden teşekkür ederim.
Farkında olmadan kabalaşıp kalp kırdıysam da af ola.

Tabii "ben hiç futbol oynamadım, yapamam" dediğimde Metin Hoca'nın "Olur mu,
yaparsın sen Hakan" demesinin yeri ayrı. O cesaretlendirmeseydi daha ilk
maçta yırttığım baldırımla topa vuramadığım halde maçlara gelmezdim.

Hocam var ol!

Hepiniz güzel insanlarsınız...

Serkan bile :)

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Taylan Ege Cingöz'den Fulya'ya...

Bir Ayazma Öyküsü (Part 2)

Previously on Ayazma: 29 Nisan'da Unna topraklarına ayak basan şanlı Ayazma'nın tek amacı 5 ay önce hezimete uğradıkları Almanya'ya gereken dersi vermekti. Bu isteklerinin ateşiyle kavrulmuş olan oyuncular, yorucu antremanları ve zorlu maçları geride bırakarak Yazarlar Şampiyonasına katılmıştı. İddialıydılar bu sefer. İnanmışlardı Şampiyonluğa ve zafere. Gururlu, başları dik gittiler intikam kokan topraklara. Gruptan namağlup yükseldiler yarı finale. Milli takımlar düzeyinde gol atamadığımız İngiltere'ye makus talihlerine yenik düşerek gol atamadılar belki ama sert İngilizlerden gol de yemediler. Nice yazarların çıktığı, nice müzisyenlerin yurdu olan Avusturya'yı mağlup ettiler tıngır mıngır oynayarak. 3 yıldır düzenlenen turnuvada yenilgi yüzü görmemiş ve 3 yılın şampiyonu olan İsveç'e 3 gol sallayıp "Sizin efsaneniz de buraya kadarmış" dediler. İsveç galibiyeti Ayazma'nın grubunu lider bitirmesi anlamına geliyordu. Aynı şekilde Almanya da diğer grubu lider bitiriyordu. Ayazma'nın yarı finaldeki rakibi ise İtalya idi. Ve Yarı final maçı saati gelmişti…

Yeni Bölüm: Turnuvaya katılan neredeyse bütün takımlara (elbetteki Almanya hariç) ses tellerinin kopmasına yaklaşana dek destek veren Ayazma, bu sempatik ve barışçıl duruşundan ötürü tribünlerin desteğini de arkasına alarak yarı finale çıkmıştı. Rakip, dünyanın en sert savunmasını yapan, catenacio'nun mücitleri İtalyanlar'dı. Catenacio, benim gözümde her zaman muhafazakar bir duruşu simgelemiştir. Ön alanda bir kişi bırak, müdafayı ve orta sahayı kalabalık tut, şansa bir gol bulursan tüm maç bunu koru. Muhafazakarlar bile daha az muhafazakardır eminim. Neyse hikayeye geri dönelim. İtalyan kanında varolan catenacio'yu İtalyan yazarlar takımı da benimsemişti elbette. Gol yollarında sıkıntı çeken Ayazma, gol de yememişti ve final umutlarını penaltılara bırakmıştı. Artık herşey, tüm kedi familyasıyla nitelendirebileceğimiz efsane kaleci Yashin'vari stiliyle Ender Özkahraman'a bağlıydı. Tüm takım panterden bozma, leopardan kırma Ender'in kurtarışlarını beklemekteydi. Ve O, üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Ayazma'nın adını finale yazdıran muhteşem iki penaltı çıkararak belki de tarihe geçiyordu. Şimdi kutlama zamanıydı çünkü Ayazma finaldeydi artık! "Ayak takımı bunlar" diye hor görülen, 7-1lik mağlubiyetler gören bir takımın mucizesiydi bu. Bu mucizeyi efsaneye dönüştürmek için önlerindeki tek engel ise Unna'ya geldiklerinden beri, aslında 5 uzun aydan beri, belki de rüyalarına hatta kabuslarına giren Almanya'ydı. 7-1lik skorun getirdiği ızdırapla bilenmişti Ayazma, Almanya'ya. Tüm planlarını Almanya'yı mağlup etmek üzerine yapmıştı yazar, çizer takımı. Çünkü bu mesele artık bir gurur meselesi haline gelmişti ve intikam en acı şekilde alnımalıydı.

Maç saati gelip çattığında tüm takımın özelliği olan neşeli, espirili hava yerini stresli bir havaya bırakmıştı. Almanların Ayazma'ya tepeden bakışları onları küstah, pis Rus düşman konumuna sokarken Ayazma'nın heyecanlı ve stresli ama bir o kadar da kendinden emin duruşu Rocky'yi andırıyordu. Maçın başlamsıyla beraber Ayazma'nın da yumrukl… pardon atakları başlamıştı. İlk yarıda gayet üstün bir oyun ortaya koymuşlar ama golü bulamamışlardı. Maçtan önce endişe duyulan en büyük konu tahmin edildiği gibi büyük bir sorun çıkarmıştı önlerine: Almanya'nın kalecisi… Futbolu seven herkesin çocukluğunda mutlaka yer etmiş olan çizgi filmin yani Benjamin'in kalecisi olan Şeker Duvar'ı andırıyordu. Bilmeyenler içinse ikiye beş bir yarmaydı da diyebilirz elbette. Şeker Duvar'ı geçemeyen Ayazma oyuncuları da maçın ikinci yarısında yorgunluk emareleriyle beraber maçın kontrolünü Almanya'ya bırakmışlardı. Ancak bu sefer devleşen Ender abi ve Ayazma müdafasıydı. Maçı gol yemeden bitiren Ayazma'nin kaptanı küçük dev adam Bağış Erten verdiği demeçte, gol yemedikleri için mutlu olduklarını söylüyor ve Almanya'nın biraz daha üstün oyun sergiledilediğini kabul ediyordu. Penaltılar da en az maç kadar çekişmeli olmuştu ve her iki taraf da birer penaltı kaçırmışlardı. Kaçıranın maçı ve şampiyonluğu hatta daha da ötesi küçük çapta olan bir savaşı kaybedeceği anlar gelmişti. Altıncı penaltıyı atacak olan Badem'in badem gözlü olmasının yanında oyunu da badem tadında olan Mustafa Kemal topun başına gelmişti. Belki de içinden, "Kale küçük, ayı büyük" deyip zamanının saçma reklamını hatırlayarak geldi topa doğru… Maalesef ki içinden geçen gerçek olup dev gibi bir Alman'ın koruduğu küçücük kaleye topu sokamayınca arkadaşarını hit şarkısıyla teselli ediyordu: "Sen ağlamaaaaa bir damla göz yaşın yeteeeeer"… Herşey buraya kadardı. Almanların kendi evlerinde oynadıkları turnuvada kupayı kaldırmalarının ardından teselli ödülleri olan gümüş madalyalarını boyunlarına takan oyuncular "Yenildik ama gururluyuz. Bu takım bize 5 ay önce 7 gol atmıştı. Bugün biz onların analarından emdikleri sütleri burunlarında getirdik. Ama tecrübesizdik ne yazık ki. Önümüzdeki turnuvalara bakacağız artık." diyerek herkesin an geldiğinde futbolcu tribine girebileceğini gözler önüne seriyorlardı. Moraller belki bozulmuştu ama ortada kazanılan bir gurur da vardı. Mağrur duruşunu kaybetmeden yenilmişti kahraman Ayazma. Her epik hikaye de mutlu sonla bitecek değil elbet. Bizimkinin sonu biraz trajik bitti ama Ayazma'dan beklenen de sıradanlığı aşmasıdır öyle değil mi?

Mıkı'yla beraber havaalanına gittiğimizde provaya başlamıştık: "Sen şampiyooon olmasan daaa kupaları almasan daaa..." diyerek. Gerçekten de -her zaman olduğu gibi- Türkiyeli yazar çizer takımı kupayı alamasa dahi şampiyonluğu çoktan kazanmışlardı bizim gözümüzde. Hikayeyi boşuna Rocky'ye benzetmedik ki en başında. Rocky 6'da da favori olan rakibinin karşısına çıkan Rocky tüm inancına, azmine ve desteklere rağmen karşılaşmayı kaybediyordu ama izleyenlerin sevgisini ve saygısını kazanıyordu. Tıpkı Ayazma gibi. Belki bizler dökülmedik sokaklara ama uçaktan indikten sonra gözlerinizde gördüğümüz o buruk sevinçleri ve boynunuzdaki gümüş madalyayı (gerçi ben yalnızca Alpay Erdem'in boynunda gördüm, olimpiyatları kazanmış bir güreçşi gibi çıkmıştı o kapıdan) görenler mutlaka sizin için bağırırlardı sesleri kısılıncaya dek: "Çok Yaşa AYAZMA!!!"

-FIN-

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Taylan Ege Cingöz'den Unna'ya...

Bir Ayazma Öyküsü (part 1)

(Bu hikaye epik bir hikayedir. Olaylar, kurumlar, karakterler bire bir GERÇEKTİR!)
5 ay önce gitmişlerdi Almanyalı yazarlarla maç yapmaya. Gittiklerinde neyle karşılaşacaklarını, neyi nasıl yapacaklarını pek de iyi bilmiyorlardır belki ama bir ışık vardı. Almanya takımı karşısında alınan 7-1lik mağlubiyet Nobel Edebiyat Ödülleri sayısıyla oranlanmış ve "Almanlar yendiğinde bizim de yenmiş olmamız gerekmiyor muydu yahu?" denmişti. O beliren ışığın bir umut ışığı mı yoksa tünelin sonuna gelindiğinde monte edilen "pamuğun" yarattığı ışık mı olduğu bilinmiyordu. Ancak vazgeçmediler. İnatla tutundular bu mücadeleye. Kimisi daha fazla sigara içti, kimisi daha çok bira... Kimisi gecesini gündüzünü birbirine kattı bu takım için, kimisi de yazdığı maillere cevap dahi alamadı ama küsmedi. Kimisi çekiminden vazgeçti, kimisi yeni çıkan albümünün tanıtımını kaçırmayı dahi göze aldı. Ama hepsi tek bir şey uğrunaydı! Almanya'ya geri dönmek ve düzenlenen Şampiyonayı kazanmak... Perşembe günü ayak bastılar yeniden Almanya'ya. Burdan ayrıldıklarından beri 5 ay geçmiş ve her pazartesi, perşembe akşamları arenaya çıkan gladyatörler gibi çıkmışlardı Beşiktaş'ın Fulya tesislerindeki halı sahaya. 5 ay boyunca arenalarında kendilerini yetiştirmişler, yeteneklerinin üstlerine koyarak "Yazar çizer takımı mı? Sizden olsa olsa ayak takımı olur! Puhahahahaha" diyenleri utandırmışlardı. O lafları söyleyenlere nispet "AYAZMA" yazdırmışlardı göğüslerine. (Hayko'nun ki hariç hiçbirinin ki dövme değil elbette.) "Dök bizi sokaklara AYAZMA!!!" sloganlarıyla uğurlanmışlardı ve tek amaçları da buydu zaten. Adeta bir Rocky filmi tadındaydı takımın hikayesi. Hani olur ya filmin başında Rocky çok acayip dayak yer pis, komünist, terörist, uyuz, sarışın, yarma Rus'tan. Vazgeçmez ama Rocky. İntikam ateşi çoktan bedenini sarmıştır çünkü. Çalışır didinir. Kar kıyamet demeden hem de. Yeri gelir odun kırar, yeri gelir kağnı çeker, yeri gelir kasap dolabındaki bütün ineği yumruklar. Ama hiç bir zaman mağrur duruşunu kaybetmez. Pis Rus ise teknolojik aletleriyle hazırlanır karşılaşmaya. O bir makinedir çünkü ama Rocky bir insan... Filmin sonu malum. Rocky'nin yumrukları pis Rus rakibini nakavt eder. Ayazma'nın hikayesi de aynısı işte. 7 gol atıp bir nevi onları nakavt eden düşman ülkenin boksörü durumundaki Almanya takımının karşısına bütün mağrurluğuyla çıkmak için gittiler el diyarına. Belki eksiklerdi. Belki moral kaynakları, aynı zamanda da gece muahbbetçileri Hayko Cepkinleri yoktu. Belki Beşiktaş maçında muhalif duruşu ve pankartı nedeniyle zor anlar geçiren Emrah Serbesleri yoktu. Belki can simitleri ve küçük imparatorları Metin Hocaları yoktu. Ama hepsinin ruhunu taşıyordu o takım. (Tabi eksikleri hissettirmeyecek bir kaç iyi transfer de yapılmadı değil ama malum epik hikayelerde kahramanın açığına yer verilmez.)
Turnuvada kuralar çekilmişti. Şanlı Ayazma'mız 8-0lık acılar barındıran İngiltere, bir zamanlar sınırına dayandığımız(!) Avusturya ve turnuvanın son galibi İsveç ile aynı gruba düşmüştü. Ama ezeli rakip, ebedi dost ve küçük, 7-1lik bir hesabın görüleceği Almanya'yı arıyordu gözler. Final aşkıyla yanıp tutuşan Ayazma, ilk maçında düşmanımın düşmanı benim dostumdur diyerek İngiltere ile 0-0 berabere kalıyordu. İkinci maçta Alman ekolünden gelen ve intikamın ateşinin alevlenmesine sebep olan Avusturya'yı 2-0la geçen kahraman Ayazma'mız son şampiyon İsveç'i de 3-1lik skorla geçerken İngiltere'nin Avusturya'yla berabere kalmasının ardından lider olarak adını yarı finale yazdırıyordu. Şimdi rakip İtalya'ydı ve her şey finale kalmak için feda edilebilirdi. Çünkü finalde ev sahibi Almanya onları bekliyor olacaktı (muhtemelen). Grup maçlarında rakiplerin sert futbolundan yakınan Ayazma, başını eğmeden, tüm zorluklara ve sertliklere yeri geldiğinde göğüs gererek yeri geldiğinde burun vurarak bazen tekmeye kafa sokarak bazen de taban kaldırarak direnmeyi bildi. Bazısı sıcacık yatağında uyuyor, bazısı İtalya için taktik hazırlıyor, bazısı da (kendisi kim olduğunu gayet iyi biliyor) kafayı çekiyor olabilir şu anda. Ama hepsinin aklında tek bir şey var: ŞAMPİYONLUK!

-to be continued-
...
-arkası yarın-
...
-önü öbür gün-
...
-sağım solum saklanmayan sobedir-
...
-hatıralar sarmış dört bir yanımı-
...